Bakan koltuğuna oturtulan çıktı dedi ki; "Beton makinesinin sesi bu ülkede hiç eksik olmasın. Çok keyif alırım onun sesinden böyle pat pat pat vurdukça…" Beton, yol, otoban…. diyor… Evet her yerde, hatta tüm binalarda eksik değil artık bu gürültü. Kentsel dönüşüm adı altında geçmişle bağımız koparılıyor. Herkes borç harç evinin içini yenilemekte.
Pat pat… “beton” sesinden hoşlanan bakan süreçten hoşnut… Siyaset ve yanlışlarının hepimizi iyice umutsuzluğa sürüklediği bir süreçte, bize bilimi, bilgiyi, aklı öne çekmeyi anımsatan bir soluk oldu Prof. Dr. Aziz Sancar’ın kazandığı Nobel Ödülü aracılığı ile ilettiği görüşleri. Pat pat… gürültülerinin uğultuları arasından süzülen akılcı sözleri millerce uzaktan duymak içimizi bir nebze ferahlattı.
“Annem, babam okuma, yazma bilmezdi. Onların çocuklukları Cumhuriyet’in ilk yıllarıydı. Annem ve babam bizi okutmak için ellerinden geleni yaptı. Çok iyi öğretmenlerimiz vardı. Bizi çok iyi eğittiler. Benim sınıfımdan sanırım 10 veya 15 kişi Türkiye’nin çeşitli üniversitelerinde profesör oldular. En önemli şey okumak. Bilimsel konularda, fizik, kimya, biyoloji, teknoloji alanlarında iyi eğitim görmek Türkiye’nin görevidir. Bizim de bilime katkımız olsun” diyerek, eğitimin Cumhuriyet’in en önemli kazanımlarından birisi olduğunun hakkını vermiş ve yurt dışında daha başarılı olunduğunu belirterek; “Çünkü yurt dışında bu kargaşalık yok. Yurt içinde çalışan birçok arkadaş ile konuştum. Gerçekten fedakâr insanlar. Bilime kendisini vermiş insanlar. Ama o kadar kargaşalıkta rahat bir şekilde çalışamıyorlar dikkatleri dağılıyor. Ben de olsam benim de dikkatim dağılır” demiş Aziz Sancar.
Bir de çok önemli uyarısı var: “Türkiye’nin Mardin’den Kars’a, Edirne’ye kadar bütün çocuklarımıza bilim alanında eğitim öğretim vermemiz lazım….Özellikle kızlarımızı okutmak lazım. Kızlarımızı okutmazsak insan gücümüzün yarısını kaybetmiş oluyoruz. Özellikle Doğu ve Güneydoğu’daki kardeşlerimizden kız çocuklarını okula göndermelerini tekrar tekrar rica ediyorum” diyerek, toplumda kronik bir sorun olan cinsiyet ayrımcılığının tehlikesine dikkat çekmiş.
“İnsan gücümüzün yarısı”, kadın ve erkek eşit demenin ne güzel bir ifadesi. Siyasetin yok ettiği, kadını simgeslleştirerek bir yer veriyormuş gibi hak gaspı yaptığı, kadının hak alanında yaratılan bu boşluktan yararlanarak demokrat görünmeyi seçerek kronikleştirdiği eşitsizlik sorununun bu güzel ve özet anlatımı için Sayın Aziz Sancar’a teşekkür ediyorum.
Siyasetin dışında durup, akılla bakınca; kendisi için bir yer edinmek için siyaseti alet edenlere alışkın topluma, kendisini bir yere taşıyan ülkesine borç ödemeyi anımsatıyor. Türkiye, kitap okumayı sevmeyen, “bilim” yerine, “din”i (kullanmayı) referans alan siyasetle çok büyük kayıplara uğradı ve uğramakta. Bunu da çok güzel özetlemiş Aziz Sancar; “Maalesef Türkiye’de bu olumsuz durumlar var.” diyor…“Türkiye’de siyasi kararsızlıktan bahsediyorsunuz. Beni çok üzüyor. O bakımdan Türk basınını okumuyorum. Okusam o kadar moralim bozuluyor ki doğru dürüst araştırma yapamıyorum. Başka yabancı haberlerde bile haber görünce Türkiye deyince mutlaka kötü haberdir diye onları bile geçiyorum. İnşallah bunu atlatır ve aklıselim bir çözüm bulur. Önemli olan konular üzerinde çalışırız. Önemli olan memleketi kalkındırmak. Milletin eğitim, sağlık ve gelir durumlarını çözmek. Ancak o zaman o seviyede olunca Avrupa ile yarışır bir duruma geliriz” temennisinde bulunuyor.
BBC’nin, Türkiye’de moda olan ayrıştırıcı söylemle, kısmen mi Türksünüz? Sorusuna yanıtı da netti Aziz Sancar hocanın: “Ben Türküm, o kadar. Mardin'de doğmuşsam, Cizre'de de doğmuşsam, Kars'ta da doğmuşsam ben Türküm"
“Türk’üm” demenin baskılandığı, ırkçılık sayıldığı, Kürtçülük yapmanın ırkçılık sayılmadığı, demokrat olmanın(!) ifadesi sayıldığı tuhaf iklimde, bu ayrılıkçı söylemleri dillendirenlerin içinde Prof. unvanlıların da olduğuna bakınca, Aziz Sancar, onlara da ders vermiş oluyor.
“Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” demişti Atatürk. Bize aklın, bilginin yolunu izlememiz için Cumhuriyet’in aydınlığını miras bıraktı. Ben, bizler hepimiz yerlerimizi Cumhuriyet’e borçluyuz. Bugün yaşadığımız sorunların çoğu, Cumhuriyet’i anlamayan ve ellerine kazma alıp geçmişi kazıyarak, bizi biz yapan değerlerimizi saptıranlar yüzündendir. Ne yazık ki; bazılarının bir yer edinmesi de bu saptırmalar nedeniyledir. Siyasetteki yanlışlarda ısrar etmek yerine, bu yanlışlardan dönülmesi için bir güç ortaya konulması gerekiyor… Muhalefet, sürüklendiği yerden değil de; Aziz Hoca’nın durduğu yerden bakabilirse bu güç için hala geç değil. Pat, pat pat… beynimizden vurularak balyozla, Ergenekon’la, Poyrazköy’le, Silivri….. ile elimizden alınan özgürlüklerimize sahip çıkmakla başlasak… diyorum…
Teşekkür
Sayın Aziz Sancar; Sizi kutluyorum, sadece aldığınız ve ülkemizle özdeşleştirdiğiniz ödülünüzden dolayı değil, ülkemizden uzun süredir uzaklaşmış olan aklı geri çağırdığınız için. Siyasetin bizi sürüklediği yerde, bilimin huzur içinde yapılamayacağını, kaygılarımızı, içinde bulunduğumuz durumun vahametini, siyasetle sürüklendiğimiz yeri, kısa ama özlü biçimde anlattığınız için.
En önemlisi aslınızı inkar etmediğiniz, yüreklice “ben Türk’üm” diyerek Türklüğü karalayarak bir yer edinmeye çalışanlara ders verdiğiniz için…
Size sağlık ve esenlik diliyorum. Yalnız kendi alanınıza değil, güya bilim yapıyor gibi unvanlarını siyasete sunarak, bilimi siyasete alet edenlere de -onların alanına da daha rasyonel baktığınızı göstererek- ders verdiğiniz için bilime daha çok şey katacağınıza inanıyorum… Siyaset sizden ders alamaz… Tek umudum, bilim dünyasının cesaret toplaması. Bilim yapabilmek için özgür bir ortam gerek, özgürlük biz ne kadarına kararlıysak o kadar var edilebilir. Susarak değil, her koşulda doğruları ifade ederek açılabilir özgürlüğün yolu.
Bedel mi? Evet, birileri bedel öder, Rennan Pekünlü hoca gibi… Ama susmanın ve sürecin yanlışlarına boyun eğerek vebali paylaşmanın bedeli çok daha ağırdır, tek tek ödediğimiz bedelden. Evet, baskıların giderek arttığı bu süreçte konuşmanın, yazmanın çok ağır bedelleri var. Hala bu satırları yazabiliyorsam, sizin de ifade ettiğiniz gibi, bunu Cumhuriyet’e, bize Cumhuriyet’i armağan ederek hepimizi yurttaş kılan, kadını da topluma beyin olarak kazandıran Atatürk’e borçluyum.
Bilimi, aklı geri çağırdığınız; içinde bulunduğumuz travma durumunu özetlediğiniz, aslımızı inkar etmemenin önemini anımsattığınız, Türkiye’nin son sürecini çok doğru tahlil ettiğiniz için teşekkür ediyorum. Siyasetin girdabına o kadar daldık ve bilimin kendi içine çekilmiş sesi yerine, beynimizde uğuldayan pat pat… seslerine o kadar alıştırıldık ki, siyasetin yanlışlarını örtmeyi bilim zannedenlerin beton sesleri ile sarsılan beyinlerini uyandırmak için lütfen hiç susmayın…
Cumhuriyet ve değerlerinden uzaklaştırıldıkça hepimiz bedel ödüyoruz. Bunu en çok sahiplenmesi ve anlatması gereken, adında “Cumhuriyet” olan kurumlar değil mi? Onlar da sizden ders alıp, sürecin sıkıştırdığı yerde başkalaşarak değil, aslımızı inkar etmeden, Cumhuriyet ve değerlerini yeniden yaşama geçirmek için kolları sıvarsa, suskun olanların hepsi seslerini daha çok yükselteceklerdir.
Beton seslerinin yerine, bilimin ve aklın sesinin geleceğimizi şekillendireceği bir iradenin Türkiye’de var edilmesinin gereği başka nasıl anlatılabilirdi? Teşekkürler, Sayın Aziz Sancar. Tam da 29 Ekim’in arifesinde, Cumhuriyet’in ne olduğunu bizlere yeniden anımsattığınız için ve de en önemlisi, Türkiye’deki ayrılıkçı siyasetin ödülünüzü propaganda malzemesi yapmasına izin vermediğiniz, bilim insanı duruşunu yeniden anımsattığınız için sağ olun, var olun…
Siyasete yaranmak ve yerini korumak için manevralar yapan, bilim yerine yerini önemseyen, yerinde kalmak uğruna emek, dostluk, meslektaş onurunu hiçe saymayı göze alan unvanlılara bilim insanının duruşunun önemini anımsatmış olduğunuzu dilerim.
Prof. Dr. Tülay ÖZÜERMAN - KEMALİSTLER
KEMALİSTLER Kemalistler TWİTTER GÜNCELLEMELERİ GÖRMEK İÇİN
- Kemalistler Instagram da takip et
Takip Et Kemalistler