“İç Güvenlik Yasası” meyvelerini vermeye başladı…
Siyasal İslamcı faşizm, koşar adım ilerliyor…
Avukatlar bir suçlu gibi, üstleri başları aranarak adliyeye alınıyor.
Tartaklanıyor. İtilip kakılıyor… Kötü muameleye tabi tutuluyor…
Duvarlarında “Adalet mülkün temelidir” yazılı o yerlerde ne evrensel ne ulusal hukuk kuralları işliyor bugün. Avukatlara söz hakkı verilmiyor. Savunma yapmak isteyen avukatların üzerine robokoplar gönderiliyor.
Tepkiler sırasında polislerin müdahalesine isyan eden bir avukat "Bu avukatlar bir gün size de lazım olacak" demesi üzerine adliye polisi, "Bize lazım olmasın istemiyoruz avukat! Biz kendi kendimizin avukatıyız zaten!" diyerek karşılık veriyor.
Onlar şimdi daha cesur, daha cüretkâr hareket ediyorlar… Çünkü “İç Güvenlik Yasası” bu yetkiyi onlara fazlasıyla tanıdı…
Örneğin artık polisler, İstanbul Barosu Başkanı Kocasakal’ı kalkanları ile sürükleyerek dışarı atabiliyorlar… Ona söz hakkı tanımıyorlar… Hakaretler yağdırıyorlar…
Türkiye Cumhuriyetinde bir ilk bu… Adliye sarayından bir baro başkanının polis gücüyle çıkarılması bir ilk… Hem de onun mekânından…
Ama toplum sessiz, duyarsız…
Yer yerinden oynamalıydı böyle bir davranış karşısında…
Sen kalkıp on binlerin temsilcisi, yöneticisi bir baro başkanını kuvvet zoruyla dışarı at, kimseden bir tepki gelmesin… Ne ses, ne bir nefes…
Bu tepkisizliğin sonucunda faşizm daha da pervasızlaşıyor elbette, saldırganlaşıyor… “Düşünene, direnene, haksızlığa karşı çıkana” vuruyor…
Descartes’ın “Düşünüyorum, öyleyse varım…” sözü İlhan Selçuk’un deyişi ile, Türkiye’de,“Düşünüyorum Öyleyse Vurun”a dönüştü.
Düşünmek yasak Türkiye’de. Hakkını aramak, örgütlü toplum olmak yasak. Suç. Hem de suçların en büyüğü.
Gerçekleri ortaya koymayacaksın. Gerçekleri konuşmayacaksın. Doğruları söylemeyeceksin. Hırsızları, talancıları, vurguncuları, hayali ihracatçıları görmeyeceksin. Hele hele vatan satıcılarını, vatan bölücülerini, ABD’nin, AB’nin kurşun askerlerini, emir erlerini, yeni mandacıları hiç görmeyeceksin.
Düşünene vurdular Türkiye’de. Karşı çıkana vurdular. Filistin askılarına astılar. Çarmıha gerdiler. Elektrik verdiler.
“Tam bağımsızlık” diyen, “Kahrolsun ABD emperyalizmi” diyen gencecik fidanları darağaçlarına çektiler. Çoluk çocuk, torun yüzü göstermediler...
AKP iktidarı ise kendilerinden önce gelen tüm faşist iktidarlara ve uygulamalara rahmet okuttu…
AKP demek zulüm demektir. AKP çile, keder, sömürü, baskı, acımasızlık, yoksulluk demektir.
AKP demek adaletsizlik demektir.
Ülkemiz, en çok milyardere ve en çok yoksula sahip bir ülke olarak tüm dünyada nam yaptı. Milyarderler arttıkça yoksullar artıyor. Yoksullar çoğaldıkça milyarderler çoğalıyor.
Aslında “zulüm” ve benzeri tüm sözcükleri bir araya getirip, AKP döneminde olup bitenleri anlatmaya çalışsak, yine de onun halkımıza çektirdiklerini karşılayamayız.
Peki, nedir bu AKP zulmünden kurtulmanın yolu? Nedir çıkış yolu? Nasıl kurtuluruz bu AKP iktidarından?
Haksızlığa, hukuksuzluğa karşı koyarak… Direnerek… Karamsarlığa, umutsuzluğa, korkuya kapılmayarak… Eğilmeden, bükülmeden, üç kuruş menfaat için yalakalığa soyunmadan, mücadele yolunda ilerleyerek…
Bakıyorum bazı arkadaşlar halkı kötülemek, onları karamsarlığa ve edilgenliğe sevk etmek için ellerinden geleni ardına koymuyorlar:
“Battık. Öldük. Bittik. Bu halktan ne köy olur ne kasaba. Bu halkla hiçbir yere gidilmez…”sözlerini durmadan papağanlar gibi tekrarlıyorlar.
Adamlar sanki felaket tellalı.
Bu arkadaşlara ve tüm felaket tellallarına şunu söylüyorum buradan: Vatanın BOP planına peşkeş çekilmesini, parçalanmasını, bölünmesini önlemek, siyasal İslamcı faşizmin, koşar adım ilerlemesini durdurmak, emperyalizm ve işbirlikçisi AKP’ye karşı zafer kazanmak istiyorsak eğer, Atatürk gibi kararlı, dirençli olmalıyız. Olmak zorundayız…
Daha Samsun’a çıkmadan önce, düşman donanmaları için söylediği “Geldikleri gibi giderler” sözü, onun bu konudaki kararlılığını, mücadele azmini ortaya koyması açısından çok önemli bir ipucudur.
Mustafa Kemal, aynı zamanda, düşmanlar kesin zafere ulaşsalar bile, yine savaşa devam edeceğini, Kürt milletvekillerine “Bir gün bu taraflara gelirsem, Hazro Dağları beni saklar mı?” diye, ortaya koymuş, aynı soruyu Dersim Mebusu Diyab Ağa’ya da yöneltmişti.
Ayrıca, Atatürk direncinin, mücadele ruhunun yanında, bilinçlendirme çalışmalarında kendimiz söyleyip, kendimiz dinlememek için, köylere gitmeliyiz. Sokaklara çıkmalıyız. Mahalle mahalle dolaşmalıyız... Tıpkı AKP’lilerin yaptığı gibi çevremizde komşu ziyaretleri düzenlemeliyiz. Kafaları sadaka ekonomisi ve din sömürüsü ile uyuşturulmuş dostlarımıza, arkadaşlarımıza, akrabalarımıza, komşularımıza Türkiye’nin gerçeklerini anlatmalıyız ki kurtuluşa bir adım daha yaklaşalım.
Ne diyordu Fazıl Hüsnü dağlarca Ustamız:
“Mustafa Kemal'i gördüm düşümde,
Daha, diyordu.
Uğruna şehit olasım geldi hemen
Sabaha, diyordu.
Al bir kalpak giymişti al, Al bir ata binmişti, al,
Zafer ırak mı? dedim,
Aha, diyordu.”
KAZANMASINI BİLENE, ZAFER IRAK DEĞİLDİR SEVGİLİ DOSTLAR…
(alieralp37@gmail.com)
KEMALİSTLER Kemalistler TWİTTER GÜNCELLEMELERİ GÖRMEK İÇİN
- Kemalistler Instagram da takip et
Takip Et Kemalistler