Yıl 2005, Bülent Arınç Meclis Başkanıydı; “Her şeyi yapabilirim, ben Meclis’im...” "İngiltere parlamentosu için söylenen şey, kadını erkek, erkeği kadın yapma dışında her şeye muktedir olduğudur..." dedi mi? dedi!... Eleştirdiği kurum Anayasa Mahkemesiydi. “İstersem kaldırırım” diyordu... Meclis her istediğini yapabilir mi? Uygulanan rejime göre değişir. Arınç’ın sözü; Meclis’in, monark (tek kişi) karşısında kutsandığı süreçteki İngiltere için anlamlı olabilir, ancak günümüzün demokratik hukuk devletlerinde meclisler hukuk içinde hareket etmek zorundadır, aksi bırakınız dillendirilmeyi, düşünülemez.
Bugünkü anayasa değişikliğinin yapılma sürecine bakınca, Arınç’la başlatılanın, yerleşik uygulamaya dönüştüğü söylenebilir. “Meclis dilediği her şeyi yapar, topluma düşen onaylamaktır...” felsefesinin yaşama geçirildiğini ve Bahçeli Başkanlığındaki MHP’nin kolaylaştırıcı rol üstlenmesi ile, anayasa değişikliğinin komisyondan CHP’nin itirazlarına karşın kavga döğüş geçtiğini görebiliyoruz.
Meclis Genel Kurulu’ndan geçip geçmeyeceği konusu, Türkiye’de demokrasi adına ne biriktirdiğimizin sınavı olacak. Özgür iradeli bir toplum olmamızın önünü açabilecekler, ya da kendi iradelerini bağladıkları tek kişinin toplumun iradesi üzerine vesayetini yasalaştıracaklar. Yasalaştırmak, meşruluk sağlamayacak, meşruluk ortaya çıkan sonucun yasaya bağlanması değil, geçerli olması, herkes için kabul edilebilir olmasıdır. Kabul ettirme koşullarını yaratmanın, kabulün olduğu anlamına gelmediğini hepimiz biliyoruz. Yurttaş, vatandaş, özgür iradeli birey olmanın yolunun Meclis marifeti ile açıldığı Türkiye’den, yeniden vesayete geçişin yine Meclis aracılığı ile sağlandığı bir Türkiye’ye evrilmek!... Şaka gibi... ama yazık ki gerçek!..
Üniversiteler neden suskun? Hukuk ve siyaset anlatan, yazan Profesörler ne düşünüyor? En çok karşılaştığımız sorular bunlar. Bilimin, aklın sesi ne diyor? Burada iki alıntı ile anayasanın sadece lafzı değil, ruhunun da değiştirildiğini, yeni bir anayasa yapmış gibi, değişiklik adı altında başka bir anayasaya geçileceğini aktarmış olacağız:
Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu(1); “anayasal bilgi kirliliği” adını verdiği süreci açmak için, doğruyu söyleme görevimiz var diyerek sesleniyor hükümete: “OHAL’i kaldır, anayasa tartışması başlat. Eğme, bükme. Sen bütün yetkileri bir kişide istiyorsun. Açıkça söyle bunu. Dürüst olmak istiyorsan adını koy. Birbirimizi aldatmayalım..... Padişahlık mı isteniyor deniyor. Padişahın partisi yoktu. Padişahlık ötesi bir durum söz konusu, bu dönüşü olmayan bir batış demek.... Hükümetin bütün yetkileri Cumhurbaşkanı’na veriliyor. TBMM’nin görev ve yetkileri, kural koyma ve yürütmeyi denetleme yetkisi daraltılıyor. Cumhurbaşkanı kanunda öngörülmeyen bütün alanlara müdahale edecek. Her şey, Cumhurbaşkanı’nın arkasında bir parlamento çoğunluğunun bulunmasına göre ayarlanmış..... Sözde bir Anayasa teklifi yapıyorsunuz, bütün yetkiyi bir kişiye veriyorsunuz..... Lord Acton’un meşhur sözüdür: İktidar çürütür, mutlak iktidar mutlaka çürütür. Şimdiki gidiş büyük bir çılgınlık…... 21. yüzyılda, Angola’da, Zambiya’da böyle bir şey olmaz. 2007’de gerçekten büyük bir kilitlenme yaşandığı için mi anayasa değişikliğine gidildi? Bunu çok iyi saptamak lazım.... Osmanlı’nın modernleşme mirası üzerine kurulan ‘Türkiye Cumhuriyeti parantezinin kapatılması. Bu saptamayı yaparken, Osmanlı hayranlığı ya da karşıtlığı üzerinden bir şeye kapılmamamız gerekiyor. Bizim sorunumuz şu anda bu sorunu çıplak gözle okumak. Teklifi ben tarihimizin en büyük kırılması olarak görüyorum.....” diyor.
Prof. Dr. Kemal Gözler (2), tarih karşısında susmakla sorumlu olmamak adına itirazlarını dile getirirken; “....Biz, kuvvetler kimin elinde birleşirse birleşsin, kuvvetler birliğine karşıyız. Kuvvetlerin sadece Cumhurbaşkanının elinde birleşmesi değil, TBMM’nin elinde birleşmesi de kötü bir şeydir….. Teklif edilen sistem, “kuvvetlerin Cumhurbaşkanında birleşmesi esasına dayalı bir kuvvetler birliği hükûmet sisteminden başka bir şey değildir. Kuvvetler ayrılığı teorisi, anayasacılığın en temel ve en eski teorisidir. Kuvvetler ayrılığının olmadığı yerde “anayasa” da olmaz. Kuvvetler ayrılığının olmadığı bir devlet, “anayasal devlet” değildir. Bu husus, en güzel, en çarpıcı bir şekilde 16 Ağustos 1789 tarihli Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesinin 16’ncı maddesinde şu şekilde ifade edilmiştir: “Hakların güvence altına alınmadığı ve kuvvetler ayrılığının olmadığı bir toplumda anayasa yoktur”...... Bundan 227 yıl önce ilân edilmiş bu madde şunu söylüyor: Bir devlette bir anayasanın olduğunu söyleyebilmek için, o devlette, bir yandan vatandaşların hak ve hürriyetlerinin güvence altına alınması, diğer yandan da o devlette kuvvetler ayrılığının olması gerekir. Bu iki şart gerçekleşmedikçe, bir devlette “anayasa” isimli bir belgenin olması, o devlette gerçek anlamda bir anayasanın bulunduğunu göstermez..... 10 Aralık 2016 tarihli Anayasa Değişikliği Teklifinin asıl hedefi, “başkanlık sistemi” veya “Türk tipi başkanlık sistemi” kurmak değil, Türkiye’de bir “kuvvetler birliği sistemi” kurmaktır...... hayatını anayasa hukukuna adamış bir akademisyen olarak, 10 Aralık 2016 tarihli Anayasa Değişikliği Teklifini okumuş olmaktan dolayı derin bir üzüntü içindeyim. Artık “elveda kuvvetler ayrılığı”, “elveda anayasa” demekten başka söyleyecek bir söz bulamıyorum...” diyor. Bu sözlerin altına imza atmamak, Anayasa Bilimini reddetmek anlamına gelir.
Yeni yıl dileklerimizin yığıldığı yılın son gününde, terörü lanetleyerek geçen acı dolu bir yılı uğurlamakla kalmıyoruz; Meclis anayasa komisyonu, “anayasal düzene veda” butonuna bastı. Meclis’ten geçmesi durumunda, tarih önünde sorumlu olacak parmaklarla “referandum” adı verilen, gerçekte “halk onaylaması” süreci başlatılacak.
Cumhuriyetle kazandıklarımızı kendi elimizle terk ederek, hukuk yerine tek kişinin insafı etrafında toplaşacak mıyız?
Gerçekten toplum bunu mu istiyor?
2017 sancılı başlayacak. Soru sorma cesareti gösterenlerin başına neler geldiğine bakarak susanların vebali ile işletilen sivil vesayet sistemi, rejim olarak kalıcılaşma yolunda. Anayasa değişikliği marifeti ile anayasal (hukuki) rejimden, anayasalı (keyfi) rejime geçilmesine imzaları ile aracılık edecek olanların vebali büyük olacak. Dileyelim Meclis, yanlıştan dönerek üzerine düşen tarihi sorumluluğu yerine getirir ve toplum sandığa çağırılarak daha fazla gerilmez.
Türkiye’nin öncelikli sorunu anayasa değildir, tersine anayasa dışına çıkılmış olmaktır öncelikli sorun. Anayasa dışı bir ara rejimdir uygulanan ve değişiklik de buna kılıftır.
Gelecek yıl, siyasette yer bulmuşların nasıl kalıcılaşacaklarının değil, başta terör ve giderek artan şiddet olmak üzere, toplumun biriken sorunlarına nasıl çözümler üretileceğinin konuşulduğu, gerçekleştirildiği yıl olsun!.. Meclisin asıl görevini yapmasından söz ediyorum. Millete vekillik etmelerinden!.. Parlamenter demokratik hukuk devletine geri dönerek tek kişiye teslimiyeti yasalaştırma macerasından vaz geçmeliler!...
Giden yılla; teröre, acılara, belirsizliğe, umutsuzluğa veda edelim, anayasal rejime değil!..
2017 için dileğimiz; ülkemize, milletimize ve dünyaya iyilikler, barış ve huzur getirmesi.
Yeni yılımız kutlu olsun.
---------------------------
(1)Tam metin için bkz: http://www.abcgazetesi.com/prof-kaboglu-padisahin-bile-partisi-yoktu-bu-donusu-olmayan-batis-demek-38298h.htm
(2)Tam metin için bkz: http://www.anayasa.gen.tr/elveda-anayasa-v2.htm#_ftn9
KEMALİSTLER Kemalistler TWİTTER GÜNCELLEMELERİ GÖRMEK İÇİN
- Kemalistler Instagram da takip et
Takip Et Kemalistler