ABD, bölgemiz için bir tehdittir. Onun da ötesinde tüm dünya için bir tehdittir.
Nereye dokunsa, burnunu nereye soksa orada yıkım, kan, gözyaşı eksik olmuyor.
“İnsan hakları, barış, demokrasi” sözlerini dilinden hiç düşürmüyor ama insanları dil, din, ırk, mezhep çatışmaları ile birbirine kırdırıp, ülkeleri parçalayabilmek için elinden geleni de ardına koymuyor.
Yeni seçilen başkan Donald John Trump da aynı yolun yolcusudur. O da ABD’nin geleneksel dış politikasını izlemek zorundadır.
Eli mahkûmdur.
ABD’nin ekonomik, sosyal, siyasal, askeri koşulları bunu gerektirir.
Onun da öteki başkanlar gibi seçme hakkı yoktur.
Obama gibi ülkemizde adına kurbanlar da kesilse; dinciler, liboşlar ve bazı aydınlar onu baş tacı da etse, gerçek budur. Bu gerçeği kimse değiştiremez.
Çünkü Emperyalizm, emperyalizmdir ve onun ılımlısı, ılımsızı olmaz.
Zencisi, beyazı olmaz. Merhametlisi, merhametsizi olmaz… Hele hele “Barışçısı” hiç olmaz…
O, ulusallaşmanın, ulus devletin, demokratikleşmenin önündeki en büyük engeldir.
Örneğin Obama bir zamanlar, bir yandan sözüm ona, demokrat, aydın(!) görüntüler sergilerken, bir yandan da “laiklik karşıtlığının odağı” AKP ile sıkı işbirliğine girmiş ve önceki başkan George W. Bush gibi Türkiye’yi tüm dünyaya “ılımlı İslam ile demokrasiyi birleştiren” örnek bir Müslüman ülke olarak tanıtmıştı. “Ilımlı İslam” yapılanmasını daha da geliştirmesini ona salık vermişti.
Peki, ABD böyle de AB ondan çok mu farklı? Daha mı insancıl? Daha mı demokrat? Daha mı insan haklarından yana?
AB de ABD gibi emperyalisttir.
Al birini vur ötekine… Dünya teröristi Bush Irak’ı işgal ederken AB’nin “gık”ı çıkmadı.
Katliamlar, işkenceler, Ebu Garip’ler karşısında kılı bile kıpırdamadı.
Hatta destekledi, onayladı…
Milliyetçi hareketlerin en büyük düşmanı ABD ve AB’dir.
Emperyalist devletler için milliyetçi düşünce, en bulaşıcı bir hastalıktan daha tehlikelidir.
Çeşitli aydınlanma devrimlerini yaşamış bir Avrupa, çıkarları söz konusu olduğu zaman, bizim liboşların da yaptığı gibi tarikatçılığa da cemaatçiliğe de göz yumarak kendi ilkelerine ve geçmişine ihanet edebilmektedirler.
Batı, “Etnik gruplara özgürlük” adı altında ülkemizi eyaletlere bölüp, Sevr’i yeniden canlandırma hedefine kilitlenmiştir.
Onun için ateşle barutun, kurtla kuzunun bir arada olamayacağı gerçeği gibi ülkemizin de Batı ve ABD ile bir araya gelmesi mümkün değildir. Eski bir deyişle bu, ”Eşyanın tabiatına aykırıdır.”
Türkiye, Tanzimat’tan bu yana bu konuda çok acı deneyimler yaşamıştır… Yani kısaca hem ABD hem de AB parçalanmış, bölünmüş, ılımlı İslam bir Türkiye planlamaktadır.
Donald Trump da bu çizginin dışına çıkamaz.
İstese de çıkamaz.
İzin vermezler.
Bu dün de böyleydi, bugün de böyle ve emperyalizm var olduğu sürece yarın da böyle olacaktır.
İsmet İnönü, 1960’lı yıllarda, ABD ile aramız açılınca “Büyük devletlerle ilişki kurmak, ayı ile yatağa girmeye benzer” demişti.
DP, 1950’lerde yönetime geçince, Amerika ile sıkı işbirliğine girmiş, ona yaranabilmek uğruna Kore’ye asker göndermiş ve 1923 Devriminden, Atatürk ilkelerinden ödün vermeye başlamıştı…
Ne var ki bir dediğini iki etmediğimiz, uğruna 721 evladımızı yaban ellerinde, Kore’de bıraktığımız ABD, 1964 başlarında Kıbrıs’a çıkarma yapma girişimimiz karşısında, tüm dostluk, stratejik ortaklık kurallarını ve bağlarını bir yana bırakmış, karşımıza dikilmişti.
Konunun özü ve özeti şu ki, 1945’lerden bu yana Batı ve özellikle ABD, iç ve dış politikamıza yön vermeye çalışıyor. İşimize burnunu sokuyor.
Ekonomimizde, kültürümüzde, siyasetimizde onlar var. Köylerimizde, kentlerimizde, dağlarımızda, ovalarımızda, aşımızda, ekmeğimizde, gıdamızda, havamızda onlar var.
Kene gibi yapışmışlar gövdemize… Kanımızı, iliğimizi sömürüyorlar… Azar azar, yavaş yavaş, canımızı alıyorlar…
“Tam bağımsız” bir devlet olmanın, Türk olmanın onurunu ve gururunu sadece Mustafa Kemal Atatürk döneminde yaşamıştık...
O zamanlar, başımız dik, alnımız ak, tüm uluslarla saygın ilişkiler, eşit koşullar içerisinde yürütüyorduk dış politikamızı. Ne kimsenin bir karış toprağında gözümüz vardı ne de kimse bizim bir karış toprağımıza göz dikebilmişti.
“Yurtta barış, dünyada barış”tı ilkemiz.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından topa tutulan Lozan Türk Heyetinin Azınlık Komitesi Başkanı Rıza Nur’un bu konuya ışık tutan şu sözleri ile yazımızı noktalayalım. Bakın azınlıklar konusunda, Türkiye’yi faka bastırmak için çaba gösteren emperyalistlere karşı nasıl mücadele vermiş. Şunları söylüyor:
“Frenkler azınlık (ekalliyet) diye üç nevi (çeşit) biliyorlar. Irkça azınlık, dilce azınlık, dince azınlık. Bu bizim için gayet vahim (kötü) bir şey, büyük bir tehlike. Aleyhimize olunca şu adamlar ne derin, ne iyi düşünüyorlar.
Irk tabiri ile Çerkez, Abaza, Boşnak ve Kürt’ü, Ermeni Rum’un yanına koyacaklar. Dil tabiri ile Müslüman olup başka dil konuşanları azınlık yapacaklar. Din tabiri ile halis Türk olan bazı Türkmen boylarını da azınlık yapacaklar. Yani bizi hallaç pamuğu gibi dağıtıp atacaklar. Bu taksimi işittiğim vakit tüylerim ürperdi. Bütün kuvvetimi bu tabirleri kaldırmaya verdim. Pek uğraştım. Pek müşkülat (zorlukla) ile kaldırdım…”
Demek ki Lozan görüşmelerini yürütenler söylenildiği gibi, pek de yan gelip yatmamışlar…
(alieralp37@gmail.com)
KEMALİSTLER Kemalistler TWİTTER GÜNCELLEMELERİ GÖRMEK İÇİN
- Kemalistler Instagram da takip et
Takip Et Kemalistler