Sayın Kılıçdaroğlu;
Olağan kurultayımıza “Onur Üyesi” olarak davet edildiğim(iz) için teşekkürler… Partide görev almış, eski/yeni tüm kadroların buluşması hem genel, hem de yerel toplantıların kuralı olmalı. Davet bir nezaket olmanın ötesinde, emeği önceleyen bir anlayışta, emeğe saygının göstergesidir. Ne ki, partinin kendiliğinden katılma istekliliğini yaratması hepsinden önemlidir. Davete icabet ederek sadece kalabalık yaratmış olacağım hissine kapılmış olmak bile başlı başına düşündürücü.
Kurultayda konuşma yapmak üzere katılmak isterdim. Ancak CHP o kadar dönüştü ki, sizi ve politikalarınızı eleştiren bir konuşma yapıldığında, ortalık karışabilir. Domino etkisi yaşanıyor ülkemizde… Yönetim biçimimiz giderek, biçimsel demokrasiden uzaklaşıp, sarkacın ibresi otoriter rejimin tüm emarelerini gösterdiği bir süreçte bocalarken, diğer tüm kurumların da ayarlarını buna göre yapmasına neden oluyor. Partimizin İzmir’deki kongresine katılmayışım da bu yüzdendi. İzmir’de parti yönetimi denince akla Büyükşehir Belediyesi geliyor. Bu sizce normal mi?!... Belediye ile parti örgütünü ayırmak çok mu zor? Türkiye’ye verdiğimiz fotoğraf iç acıtıcıydı. Örgütün nerdeyse yarısının desteğini alamamış il yönetimi ile gelecek seçimlerde başarı(?!)… Kocaman bir soru işareti… Bunları parti organlarında dile getirme olanağımız yok… “İzmir CHP’li kalacak” demek yerine, partiyi kişi ile özdeşleştiren sloganlar, tam da günün iktidarının iz düşümü değil mi?…
Kurultaydan çıkacağınız kesin… Delege sistemimiz başka türlü olmasına izin vermiyor. Partiden beklentilerimiz ile partinin aldığı biçim arasındaki mesafe, her bir kurultayda ve seçimde parti yönetimimize sızan isimlerle açılmakta. Sizin söylemeleriniz de sorunlu. Ülkemizde laiklik sorunu olmadığını söylemiştiniz. Artık memurlar, Cuma günleri ibadete gitmek zorundalar… Önceleri tercih hakları vardı, ancak şimdi gidenler, gitmeyenler ayrımı kamu kurumlarının yeni sorunu olacak… Önce mescit sayısının çoğaltılması, ardından ibadet özgürlüğü gibi, baskının yaratılacağı bir parantezin açılması, anayasadaki laiklik ilkesinin fiilen yok sayılması anlamına gelmiyor mu?
Muhafazakar diye nitelenen kesim, “yeni” eki olmayan (sizden önceki) CHP’yi destekliyordu. Dinin kullanılmasından ve siyasete malzeme yapılmasından rahatsız olan, gerçek inanmış (mümin) kesitten; laikliğin, “dinsizlik” gibi algılatılıp, dinci siyasetin önünü açan anlayışa karşı olan ve laikliğin sadece ülkemizde değil, bölgemizde de birlik beraberlik için elzem olduğunun farkında olanlardan söz ediyorum. Dini inançların belli kalıplar içinde değil de, özgürce yaşanması için laikliğin bir güvence olduğunu anlatacak bir muhalefetin kalmamış olması, hatta “laiklik” sözcüğünden kaçılması içinden geçtiğimiz süreç için büyük talihsizlik.
CHP’deki büyük değişimin mimarı olarak gösterildiniz. Partinin ekseninin kayması anlamına gelen “yeni” sözcüğü sizinle eklendi. Cumhuriyet, partinin sadece adında kaldı. Cumhuriyet’in niteliği gözümüzün önünde dönüştürülüyor. Cumhuriyeti kuran ve adını Cumhuriyetle alan, ülkeye ilk kez “parti” adını getiren, kurucu parti, kendi içine sızan süreç yanlıları ile dönüşümün parçası haline getiriliyor. Partide; partinin kurucusu Atatürk’e dil uzatma hafifliğinde bulunan çatlak sesler, kimlik siyaseti ve dini siyasete servis yapanlar, partiyi HDP çizgisine çekme çabası içindekiler, “özyönetime hayır ama yerel yönetimlere özerklik evet” söylemleri ayıklanmalı…
AKP, din eksenli; HDP kimlik eksenli siyaseti Meclis içinden yürütüyor. Birbiri ile kavga eder gibi süreci yönlendiren iki aks içine sıkışarak yalpalamak yerine, rejimi anayasanın öngördüğü sınırlar içine çekme çabasını öne çıkaracak yegane partidir CHP. Yaratılan çatlaktan akıtılanlara kapılarak ve rejimin dönüşümüne dolaylı destek vererek büyümek ve alternatif olmak mümkün değil. Kendi içinden eriyerek tasfiye olan kurumlara eklenmiş olmaktan daha vahimi, boşaltılmaya çalışılan HDP’nin sahiplenicisi konumuna düşürülerek ve başkalaşarak kendi içinde tasfiye olmaktır. Onur üyesi sıfatı ile parti kurultayında boy göstermekten daha önemli görüyorum bu uyarıları. Partinin dönüşen çizgisinde parti yönetim katmanlarında asla yer bulamayacak söylemler bunlar. Parti içindeki mücadeleden vaz geçmenin değil, yönetimde yer alma çabası içine girmenin nafileliğinin ifadesi…
Kurucu vizyonunu giderek terk eden partide, misyonu olanların yer bulmaları nihayete ermezse, parti dönüşen kimliği ile kurucu kimliğine sahip çıkanlara sadece kalabalık yapacak kadar yer verebilecek…
Türkiye; birbiri ile çatışıyormuş gibi sürecin dümenini idare eden iki parti ve “barış”, “demokrasi” gibi kavramların içini boşaltıp, “Türküm” diyeni ırkçı sayıp, “Kürdüm” diyeni ırkçı görmeyen, hatta kayıran, bir tuhaf iklimde otoriterliğin en koyusuna (totaliterliğe), uydu görevi gören muhalefet partileri ile kayıyor.
CHP, muhalefet işlevinden uzaklaştırıldıkça, uydu parti haline geliyor ve rejimin dönüşümünü durdurmak bir yana rol üstleniyor.
Türkiye’nin muhalefete her zamankinden daha çok gereksinimi var ve bu görev için beklentiler CHP’de toplaşmış durumda. Parti, ülkedeki gidişatı doğru tespit edecek kadrolarla, kısa, orta, uzun soluklu politikalar belirlemek zorunda.
Tam da Hitler konusu gündeme gelmişken, Hitler’i iktidara taşıyan süreci anımsatmak, içinden geçtiğimiz ve giderek hiperleşen enflasyonun erittiği orta sınıf gerçeğini mercek altına alacak ve Hitleri (totaliter rejimi) iktidar yapan sürecin orta sınıfın eritildiği zaman dilimine denk geldiğini topluma anlatacak kadroları var mı CHP’nin?…
Yine, bugün temel sorunun başkanlık sisteminin olmayışından değil, parlamenter sistemden uzaklaşmaktan kaynaklı olduğunu, sistemin fiilen “başkancı” olduğunu, kuvvetler ayrılığının yerini kuvvetler birliğinin aldığını anlatacak güçlü kadrolar yerine, bir sonraki seçimde, kimin vekil, kimin Belediyeye başkan olacağının hesaplarının önde geldiği patronaj ilişkilerini öne alan parti örgütleri ile gündeme gelmeyi sürdüren parti olmamalı CHP…. Kavga ile, ikbal hesapları ile, yerini koruma kaygısı ile gündeme gelen değil, bilgisi ile topluma öncülük edecek kadrolardan söz ediyorum.
Sayın Kılıçdaroğlu, zamanın ruhuna uygun davranarak değil, zamanın ruhuna teslim olmamakla güçlü kılabiliriz kurumlarımızı. Bize “öldü” diye dayatılmaya çalışılan “ulus devlet” ölmedi, dimdik ayakta… Uluslarından alıyorlar güçlerini. Bu çözülüş sürecinin katalizörü olmamak adına, lütfen göçmen krizi vesilesi ile Avrupa Birliği’ne dahil ülkelerin sınırlarına sahip çıkmak konusunda nasıl ortak refleks geliştirdiklerine bakınız ve lütfen bunu konuşmanızda tüm partililerimize ve ülkemize anlatınız. Ortadoğu’da yaratılan çatlağın içine itilmek yerine, üniter devlet yapımızı koruma refleksi geliştirmemizin ve başkancı sistem gibi hayaller yerine, kuvvetler ayrılığı prensibini ve hukuk devleti prensibini yeniden çalıştırmanın önemine değininiz.
Partiye sızan çatlak seslere, Ortadoğu’da yaratılan kaotik, küçük birimlerin güçsüzlüklerinin hangi ülkelerin çıkarlarına hizmet ettiğini anlatınız. Gençlik örgütlerimize, “barış” ve “demokrasi”ye tutunarak ilerleyenlerin, bu kavramların içini boşaltan hendeklerine düşmemelerini telkin eden bir konuşma yapabilecek misiniz? Teröre terör, teröriste, terörist demekten söz ediyorum.
Etnik kimlikler ve dini aidiyetlere değmeden, dokunmadan, “ben buyum”, “sen şusun” demeden yaşamak için, ulusal birlikteliğin yeniden inşası için, ulusu güçlendirmek için, “özgürlük ve eşitliği” her şeyin önüne almaktan söz edebilecek misiniz?
Konuşmanızı merakla bekliyorum. CHP’nin kurucu vizyonunu öne çıkarınız ve lütfen, süreç içinde kendilerine rol arayan misyonerlerin partide çoğalmalarına izin vermeyiniz.
Örgüte gelince; yapılarımız aslında güçlü. Güç kırıcı unsurlar, bir şekilde bir yerlere gelip, örgüt üzerinde hâkimiyetlerini bulundukları yer ile sürdürme gayreti içinde olanlar. Siyaseti kendi çıkarlarını kollayarak yapanların sayısının azaltılması için, bu unsurların daha fazla güçlendirilmemesinden ve pazarlık yapma olanaklarının ellerinden alınmasında söz etmekteyim. Yerellik demokrasi getirir fikrini, kurdukları ilişkilerle çürütenlerden söz ediyorum.
Bir yere gelmişler, bir süre sonra parti kanalı ile geldiklerini unutup, kendileri sayesinde partinin yaşadığı gibi egosu aşırı şişik hale gelebiliyorlar. Hatta öyle ki, erimenin sebebi olduklarının farkında bile olmuyorlar.
Yazılı davetinize icabet edemeyeceğim, çünkü “süreç” içindeki yerimi gayet iyi biliyorum. Ancak, kurultay konuşmanızı merakla izleyeceğim. Kalabalık içinde kaybolarak değil.
Partideki varlığımız; bizleri dışarıda bırakan duvarı yıkıp yık(a)mamanıza göre, parti kurucu ilkeleri etrafında birleştirilmemize göre anlam bulabilecek.
Görüntünün dışına çıkıp, özümüze dönmekten, Cumhuriyete ve üniter devlete; başta kurucu liderimiz Atatürk olmak üzere, tüm kurum ve kuralları ile sahip çıkmaktan söz ediyorum. Ve biliyorum ki, CHP etrafında kendisini ifade eden ama parti içi mücadeleye katıl(a)mayan milyonların duygularını tercüme etmiş oluyorum.
Kurultayımız, sadece partimiz için değil; ülkemiz için, özlemle beklediğimiz gerçek bir muhalefet ve biçimsel halini bile özlediğimiz demokrasi için hayırlı olsun. Biçimsellikle, otoriterlik arasında gidip gelen sarkaç demokrasisinin ibresinin daha fazla tek kişi otokrasisinde kilitli kalmaması için tüm umutların yığıldığı partimizi sürece teslim etmemeniz dilek ve ricası ile…..
Davet için tekrar teşekkürler. Partimiz özüne dönerse, bir sonraki kurultaya davet almasam da katılacağım. “Yeni değil, yeniden CHP!...” diyebilmeniz ve bir zamanlar biçimselliğini eleştirdiğimiz demokrasimizi, kişi odaklı otokraside saplanıp kaldığı yerden hep birlikte çıkarabilmemiz için umut yaratabilmeniz dileği ile.
Size kurultay sonrasında da yazacağım… Malum; söz uçuyor, yazılanlar kalıyor. Ayrıca söz söyleme özgürlükleri kısıtlı, yazı şimdilik göreceli özgürlük…
Umarım, milyonların beklentisini karşılayan bir sonuç ortaya çıkmış olur. Aksini düşünmek istemiyorum…
Prof. Dr. Tülay ÖZÜERMAN /CHP eski PM Üyesi
KEMALİSTLER Kemalistler TWİTTER GÜNCELLEMELERİ GÖRMEK İÇİN
- Kemalistler Instagram da takip et
Takip Et Kemalistler