Seçim yaklaştıkça heyecan artmıyor. Toplumun gündeminde seçim yok, giderek zorlaşan yaşam koşulları nedeniyle geçim var. Her bir seçimde demokrasiden biraz daha uzaklaşıp, otokrasinin soluğunu daha fazla duyuyor olmanın rahatsızlığı artık tüm kesitlerde hissediliyor. Topluma değen, dokunan, sorunlardan haberdar olan, toplumun sesine kulak veren, milletin sesi olmaya aday kaç kişi var? Bu soru her yerde esefle dile getirilmekte.
Vekillerin hem vekillik, hem de emeklilik haklarının bizim gibi yoksul bir ülkede giderek haksız ayrıcalıklara dönüşmesi, özellikle düşük gelirli, işsiz ve emeklilerin haklı öfkesini çekmekte. Doğal olarak bu ayrıcalıklarla donanmaya ses çıkarmayanlara karşı güven eksikliği doğmakta…
Temsilciler aracılığı ile yönetilmek, ayrıcalıklılarca yönetilmeye karşı geliştirilmiş bir fikirdi. Temsilci olmak, giderek daha fazla ayrıcalıklarla donanmak, toplumla aradaki mesafeyi derinleştirerek toplumdan kopmak, yönetenleri ayrıcalıklarla güvence altına almak anlamına gelmeye başladı. Toplum giderek temsil anlayışına soğuyup, güven duygusunu yitirdikçe, seçimler “umut” yerine, umutsuzluğu çağrıştırır oldu. Yurttaşın sesini duyurmak gibi bir kaygı yok artık. Parti başkanlarının maiyetinde süresini tamamlayan, adını bile hiç duymadığımız vekilleri oldu ülkemizin.
Rejimle ilgili kaygılar da giderek artıyor, ancak düşüncelerin serbestçe ifade edilmesine her geçen gün yeni engeller getiren ülke iklimi nedeniyle fısıltılarda toplaşıyor tüm kaygılar. Yurttaşı dinlemek yerine, kendisini yurttaşa dinleten, sürekli dikte eden, yönetenlerin akrabaları, yakın dostları, çalışma arkadaşları gibi kişileri öne çıkaran anlayışla mı var edilecek millet iradesi? Bu çarpık iradeli yapıda yapılacak seçimlerin yurttaşı temsil edeceğini ileri sürmek, aklımızla dalga geçmek değil mi?
Genel seçim, yerel seçim, halk oylaması…… gündemde hep seçmek, seçilmek var. Seçime, sandığa indirgenmiş demokrasi anlayışı ile toplum oyalanırken, gündeme nelerin değiştiği konusu yerine, kimlerin seçileceği/seçildiği konusu yerleştiriliyor. Köklü partilerin içine sızdırılan kişilerle ideolojik zeminleri kaydırılırken, partilerin işlevi de kimlerin seçileceği ile sınırlı kalıyor. Muhalefet etme reflekslerini güçlendirmesi gereken muhalefet partileri, iktidar zihniyetini kuşanmaya kalkışınca muhalefet refleksini kırma işlevini görmüş oluyorlar. Tüm kurumlar kendi içlerinden boşaltılıyorlar, ve yazı ki buna muhalefet öncülük etmiş oluyor.
Toplumla ilgili düşünmeyi ve gözlemleri yerine, sadece yönetenlerin sesini yansıtan medyadan nadiren yansıyan doğrular hak ettiği yankıyı bulamıyor. Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un Uğur Dündar’a verdiği röportajda dile getirdiği gerçekleri görmezden gelerek seçimlerle oyalanıyor olmamız, sadece bugün için değil, geleceğimiz açısından büyük yanılgı. “Bence, toplumun bugün karşı karşıya kaldığı en büyük sorun “ahlak yetersizliği”dir.
Bakın, Osmanlı’nın çöküş nedenleri arasında ahlak yetersizliği en baştadır… Bugün; toplumun bireylerinin büyük bölümü, maalesef her şeye maddi çıkar açısından bakıyor. Bu toplumu her açıdan zehirliyor: Siyaseti, ekonomiyi, kültürü, sanatı, ikili ilişkileri, sporu, ama her şeyi.
Karşınıza maddi çıkar nedeniyle; prensipleri çöpe atan, her şeye boyun eğen, düşüncesini söylemekten yazmaktan çekinen, yalan söyleyen, gördükleri karşısında susan, bir toplum yapısı çıkıyor. Bu toplumda, etik değerler ve liyakat sisteminin de yeri olmuyor.
Bence, Türkiye’nin her şeyden önce toplumsal ahlaki hastalığına çare bulması gerekir.” diye özetlemiş İlker Başbuğ, bizlerin “toplumsal çürüme” diye tabir ettiğimiz toplumsal çözülmeyi… Buna etnik, dini, mezhepsel, yöresel, tarihi, kültürel farklılıkları öne çıkararak karşıtlaştıran anlayışı eklediğinizde çözülme kolaylaştırılmış oluyor.
Seçimle gittiğimiz yönü gösteren ok üzerine ne yazılabilir bir düşünün… Bu seçim bizleri birleştirip, özgürleştirecek ve ekonomik açıdan refahımızı arttıracak bir istikamet mi çizmekte? Yoksa; önceki yapıya nokta koyup, tamamen farklı bir yönetim anlayışını resmileştirecek bir adım mı atılmakta? Seçim umut vermiyorsa kimin için yapılıyor? Son on beş yılı gözden bir geçiriniz. Kaç seçim, kaç halk oylaması… Kime yaradı? Seçimlerle yerleşen bir iktidardan başka ne var elimizde? Yaklaşan seçimi bir ok ile gösterseydim, üzerine kocaman yazı ile; “Demokrasiye veda” yazardım. Yanılıyor muyum? Seçim sonrasında gelecek yeni yasaklarla bu satırları da yazamayacak duruma gelebileceğimiz konusu üzerinde şimdiden düşünmeye değer… Seçimle ilgili sorular çok fazla, vereceğim tek yanıt var: “Kaygılıyım…” Türkiye üzerinden Orta-Doğu coğrafyasında yaşanacaklar ile Türkiye’de rejimin dönüşümü arasındaki bağı düşününce, sadece ülkemiz değil, içinde yaşadığımız coğrafyada yaşanacaklara yazgı denilebilir mi? Yazanların açık seçik oldukları bir büyük oyunun parçası olan bir seçim sürecinin arifesinde görebildiklerim bunlar.
Unutmadan; sandıktan hala umutlanan ve pembe hayaller kurabilenlere imrenmiyor değilim!… Gerçek ile hayal arasındaki uçurum, ülkemizin bulunduğu yerin de tanımı aynı zamanda…
KEMALİSTLER Kemalistler TWİTTER GÜNCELLEMELERİ GÖRMEK İÇİN
- Kemalistler Instagram da takip et
Takip Et Kemalistler